İdareci olmak!

Ülkemizde yaşanan sıkıntıların başında, idarecilerin gerçekten kelimenin anlamını yaşatırcasına “idare etmeleri” gelmektedir. Aslında, bu idare etmeyi milletimiz güzelce özetlemiştir: “Ne etliye karışır ne de sütlüye.”
İdareci olmak bu mudur?
Birilerini kandırırcasına zaman geçirmek midir koltuk başında? Görenlere mavi boncuk misalince gülümsemeler midir? Alenen çevrilen dolaplara, fırdöndülere gözünü kapamak mıdır idareci olmak? Ezdirmek midir gönlünde yattıklarını?
İdareci olmak, hâlbuki elini taşın altına koymak olmalıdır. Her taraftan fırlayan sorunlara göğüs germektir, uyumadan ya da uyuyor gibi yapmadan. Zaman kaybetmeden sevdalıyım dediğin şeyler için taş üstüne taş koymaktır.
Aldırmadan sızlanmalara, aldırmadan kurulmuş düzeni yıktırmam diyenlere…
Ve nihayet ben kimim, ne için buradayım, ya benden sonrası diyebilmektir...
Kimi zaman sık yetişmiş tüylerden şekil yapanlara aldanmamaktır idareci olmak. Kimi zaman da dokunmuş allı güllü veyahut düz renkli bez parçasına kanmamaktır. Dile gelenlerin dilden mi, gönülden mi çıktığına bakmaktır idareci olmak. Başkasını beklememektir bozulmuşu yapmak için.
Hele bir de gönül erlerinden feyiz aldığınca, ağzından düşürmediklerine yaraşmaktır idareci olmak.
Seyyid Ahmet Arvasi’yi bilmektir…
Necip Fazılı görmektir…
Erol Güngör sosyolojisini anlamaktır…
Arif Nihat Asya ile şahlanmaktır…
Kısacası Arvasi’nin dediği gibi “bulunduğun konumun en iyisi olmaktır.”

Yorumlar